SATICI

.:: Cihat Karaman::.

Uzun bir cümle dinlemişti. Kafası iyice dağıldı. Acıkmış mide, yorgun beden ile çekilmiyordu. Karşısındaki tekrar başlayacaktı ki durdurdu.

–          Yeter kardeşim. Dedi sakin bir şekilde

–          Buyur, dedi. Anlamamıştı, elinde ufak bir kutucuğu tutan adam.

–          İstemiyorum, başkasına gidin.

–          Sizi biraz sıkıntılı gördüm. Bak abiciğim şu elimde tuttuğum, bütün dertlere deva sıkıntılara çare, günde sadece bir tatlı kaşığı… Akşam yatmadan önce bunu bir bardak suya karıştırıp içiyorsunuz. Sabaha bu ketum bu ifrit halinizden eser kalmıyor.

–          Ya sarhoş musun be adam! Yürü git! İstemiyorum dedim ya. Neymiş sabah birşeyim kalmayacakmış.. Yürü be adam!

Satıcı adam kendisine verilen tepkiyi anlamamış bir şekilde:

–          Evet abiciğim senin derdin anlaşıldı. O zaman sana şunu verelim, dedi.

Elindeki paketi omuzundan aşağıya sarkıtmış olduğu çantanın içine attı, yeni bir paket aradı. Ardından bir kutu çıkardı. Bir parmağıyla kavrayabileceği kutuyu elleriyle öyle tutuyordu ki sanki ağır, erişilmez, çok kıymetli bir parça gibi iki eliyle tuttuğu kutuyu adamın burnun dibine kadar yaklaştırdı.

–          Bak abiciğim işte bu elimde tuttuğum ise, sabahları aç karnına bir tatlı kaşığı balla beraber tüketirseniz günü zinde mutlu refah bir şekilde tamamlarsınız.

Satıcı öyle iştahlı anlatıyorduki. Sanki kaşısındaki pür dikkat onu dinliyordu. Adam hiç oralı bile değildi. Arkasına yasladığı başını ayın ve şehrin ışıklarının deniz üzerinde oluşturduğu yakomozlarını seyrediyordu. Hava çok güzeldi. Satıcının anlatması bitince

–          Hangisini verelim abiciğim? diye sordu.

Adam denizin üzerinde dans eden ışıltılardan gözlerini çekip almak istemiyormuşçasına ağırdan alarak adama döndü. Çok sakin ve olgun bir şekilde:

–          Bak kardeşim bunlara ihtiyacım yok, eğer sen gidersen ben daha rahat ve huzurlu olacağım, dedi.

Satıcı biraz duraksadı, şaşırmış gibiydi, adamın ne istediğini anlamaya çalışıyormuş gibi bekledi. Elindeki kutuyu çantasına koydu.

–          Tamam abi ben bi bakayım o zaman, dedi ve elindeki çantayı yoklaya yoklaya araya taraya uzaklaştı.

Adam şaşırdı. Neye bakacaktı? Ne olmuştu şimdi? Kendisinden habersiz bir iş dönüyor gibi hissetti. Sonra “ooof ya ne önemi var gitti işte!” dedi.

Uzun bir sessizlik, geceye karışmış martı çığlıkları, şehrin meydanından gelen kalabalık uğultusu, onu burada huzurlu kılıyordu. Sessizliğin sesini dinlemek isterken dinlemiş olduğu her şey ona huzur veriyordu. O, şehrin yoğun ve kalabalık seslerini sanki gökyüzünde filtreden geçip rahatsızlığını giderildikten sonra yeryüzüne iniyormuş gibi hissediyordu. Tabi bu sesler ondan uzak olduğu zaman güzel oluyordu. Yavaş yavaş dalıyordu ki…

–          Taze gevrek simiiiiit, taze gevrek simiiiiiiit! Fırın mahsulleri bunlar, cayır cayır yanıyor be istermisin beyabim? Simitçi kendisinden hiç rahatsız olunacağını düşünmeden hareket ediyordu.

–          Bu gün huzurumu siz  kaçırdınız. Kaçtıkça peşimden gelen satıcılar.

–          Hayırdır abi? Deniz size dokunmuş galiba…

–          Hadi kardeşim iki simit bırak git. Cebinden çıkardığı parayı simitin bırakıldığı yere koydu.

–          Allah şifa versin kardeşim. Eğilip simitin parasını aldı, fazla uğraşmak da istemiyordu.

 

Adam tekrar kafayı dayadı arkasına daldı gitti. Uzun bir süre öyle kalakaldı. Bir martı kondu yanına, hiç oralı olmadı. İlerden satıcı geliyordu. Yanında omuzundan aşağıya sarkıtmış olduğu çantası, elinde ufak bir poşet. Adama yaklaşınca:

–          Efendim istediğiniz şeyi buldum, diye hafif sesli bir şekilde adama kendini fark ettirdi.

Adam irkildi:

–          Ne istemişim efendim ben, ben bir şey istemedim. Hee, yanımdan gitmenizi istemiştim!

Adam durdu. Hissedilir bir şekilde farklı tepki veriyordu. Tebessüm ediyordu. Adam bunu fark edince:

–          Beyefendi siz iyi misiniz? İki parça mal satacaksınız diye şekilden şekle girmeyiniz! Sesli bir şekilde söyleyince satıcı durdu.

Elini beresine götürdü. Parmağıyla kulağı ile biraz oynadı.

–          Nasıl efendim?

–          Bir şey almayacağım!!

Elini tekrar kulağına götürdü bu sefer bir cihaz çıkardı. Biraz uğraştı. Kurcaladı. Vurdu üfledi.

Sonra tekrar kulağına takıp:

–          Efendim kusura bakmayın sizi duymuyordum. Hissediyorum zannediyordum. Yanılmışım dedi .

Adam olduğu yerde dona kalmıştı. Ne yapacağını şaşırmıştı. Yaptığı bencilliği iliklerine kadar hissetmişti. Kendi huzuru için böyle bir huzursuzluk vermişti ona. Koca insanın hislerinin içine etmişti. Olduğu yerde doğruldu. Satıcı elindeki poşeti çantasına koyuyordu.

–          Yav ben sadece onu almayacağım. Sen o bitkisel çaylardan ver! Derken eli ile çantasındakilere hareket yapıyordu konuşması gene normal.

–          Tamam efendim gidiyorum, şunu da şunun içine koyayım gidiyorum, çok rahatsızlık verdim, fark ettim. Kusura bakmayın.

Adamın konuşmasını anlamamış bir şekilde elindeki çantayı diziyordu.

Tam içini okudu.

Tam oturdu.

Dağlar için sular için bana bir gül ver.
Avuttuğum düşler için bana bir gül ver.

[Şehrengiz Dergisi VI. sayı / kasım-aralık 2010]

Yorum bırakın